17 Ocak 2014 Cuma

tuhaf akşam

Adam elindeki kazma ve küreği yere fırlattı. Yoldan geçen yaylının sürücüsüne doğru seğirtirken bir yandan da can sıkıntısını belli edecek bir yüz ifadesi takınmıştı. Şu an gerçekten genel geçer nezaket kurallarını düşünecek durumda değildi... Gene de arabanın sürücüsü ihmal edebileceği yada görmezden gelebileceği biri değildi. Belediye Başkanı olan Mösyö  Ulyanof veya yerli halkın deyimiyle "Ulyan Hoca" sözüne uyulmasına alışkın biriydi. Yöredeki orta kademeli memurların tümü gibi gücünü Çar ve ordusundan alan sınırsız bir yetkisi vardı tabiidirki sözüne uymamanın da ağır sonuçları olurdu.

Bir yandan terini silen başkan diğer eliyle kendisine yaklaşan adamı selamladı.

Günler aydın olsun Jacek. Hayrola ne kazıyorsun bu sıcakta, Akşamı bekleyemedin mi?

Jacek telaşını belli etmemeyi güçlükle başararak ölü bir köpeği fazla koktuğu için bu saatte  gömmek zorunda kaldığını anlattı. Başkan hikayenin detaylarına dikkat dahi etmedi. Jacek'in karısı Halina'yı sorup, kibarlık kısmını atladıktan sonra asıl meseleye geldi. Jacek'den çiftlik için ödemesini beklediği paranın son iki taksidini istiyordu. Ağır geçen kış mevsiminde sığırlarının neredeyse üçte ikisini kaybetmiş olan Polonyalının bunu ödeyecek parası yoktu. Başkan da bunu biliyordu ama memleketinde hali vakti yerinde bir tüccar olan Jacek'in babasının bu borcu karşılayabileceğini düşünüyordu. Hesaba katmadığı ise genç adamın babasının onayını almadan giriştiği bu macera için beş kapik bile isteyemeyeceğini, istese de alamayacak olduğuydu.

Jacek, başkanı bir müddet sonra gelecek bir para olduğu konusunda temin ederek , büyük olasılıkla son kez bir iki hafta daha süre kazandı. Başkan bu sefer işin ciddi olduğunu - bir kez daha - hatırlattıktan sonra damağını şaklatarak "gidiyoruz haberi verdiği" yorgun katırı ve arabasını kasaba istikametine çevirdi.

Araba ve sürücüsü ufukta küçülürken Jacek hala kendisini çok meşgul eden işinin başına dönememişti. Aslına bakılırsa şu an yaptığı şey 30 senelik ömrü boyunca uğraştığı en elem verici işti. Kazmaya çalıştığı çukurun yanıbaşındaki çuvala sarılı gövde köpeklerden birine değil karısı Halina'ya aitti. "zavallı kız" diye geçirdi içinden. Sanki bir başkasının karısıymışçasına kayıtsız bir şekilde aklından geçirebilmesine kendi de şaşırdı bir an. Sarı saçlarla çevrelenmiş yüzü çillerle bezenmiş, ufak tefek bir kadın olan Halina'nın yüzü şimdiden silikleşmeye başlamıştı hafızasında. Jacek, kat kat çuvalların arasına sardığı kadının yüzüne bakamamıştı. Evden zavallı kadını gömmeye karar verdiği kayanın dibine kadarki yolda el arabası sarsıldıkça çuvallar açılacak diye korkusundan bir kaç kere durmak zorunda kalmıştı.

Düşüncelerle dolu kafasını toparlayıp tekrar işe koyulması bir saati bulmuştu. Kurtlar ve ayıların eşeleyip çıkaramayacağı derinliğe kadar saatlerce kazdı ve sonunda talihsiz kadının bedenini yavaşça sonsuza dek uyuyacağı çukura dikkatle yerleştirdi. Çukuru kapatıp üstüne rastgele bir kaç irice taş yerleştirene kadar da yoldan kimse geçmemesine memnun olmuştu. Saatler süren mezar kazma işinden bitap düşmüş olan genç adam el arabasını büyük kayanın arkasına üstünkörü gizledikten sonra çiftlik evinin yolunu tuttu.

Nisanın neredeyse ortası olmasına rağmen hava çok serindi. Eve girmeden atı ve domuzları ahıra soktu, tavuklarsa kendi başlarının çaresine bakacak, karanlık çökünce ağıla sığınacak kadar akıllıydı o yüzden onlarla uğraşmadı. Ev adeta romantik taşra konulu kartpostallardan çıkmış gibiydi. Verandanın önünde beyaz taşlarla çerçevelenmiş bölümde baharla beraber sürgünlenen ortancalar, yarıya kadarı taş kalanı ahşap olan evi yazın çok daha güzel gösteriyordu. Küçük pencerelerindeki dantelli perdeler, Halina'nın ısrarıyla sarıya boyanmış ahşap panjurlar ve kapı bu kulübeden hallice yapıyı masallardan fırlamışçasına şirin gösteriyordu.

Kapıyı açtığında Zoyda'yı* ocağın yanında her zamanki yerinde buldu. Ortalık silinmiş, süpürülmüş saatler önceki tantana ve yaşanan trajediden eser kalmamıştı. Daha 16 - 17 yaşında olan olan Zoyda, Halina'nın tersine iri yapılı bir kızdı. Çıkık elmacık kemikleri, zeytin yeşili gözleri ve iri burnu ile tuhaf bir şekilde güzel ama erkeksiydi. Jacek içeri girdiğinden beri ve büyük olasılıkla aslında uzun zamandır tepkisiz bir şekilde tek bir noktaya bakan genç kadın yarım yamalak rusçasıyla "çay var" dedi. Sesi boğuk ve cansız çıkıyordu....

Genç adam kapının yanındaki minik sedire otururken bütün bedeninin ağrıdığının farkına vardı. Zoyda çizmelerini çıkarmasına yardım etmek için yanına geldiğinde genç kızın yanağını okşadı. Kız bu şevkat gösterisinden etkilenecek durumda değildi. Bir iki saniye donuk bir şekilde Jacek'in gözlerinin içine baktı. Konuşmasa da "Benim suçum değildi" dediğini duymuş gibi oldu adam. Küçücük bir çocukken yanlarına aldıkları kız şimdi yaşamlarını kökten değiştirmişti. Aslına bakılırsa Halina'nın artık bir yaşamı bile yoktu. Hönüz 4-5 yaşındayken göçer aşiretlerden birinden 2 gümüş liraya aldıkları Zoyda tanrının çocuk bahşetmediği bu eve bir evlatlık olarak gelmiş olmalıydı. En azından Jacek böyle olduğunu sanıyordu başlarda fakat aradan geçen aylarda Halina'nın bu küçük çocuğu evlatlık olarak değil de bir çiftlik hayvanıymış gibi sahiplendiğini bir müddet sonra dehşetle farketmişti genç adam. Halina naif, neşe dolu ve merhametli bir kadın olmasına rağmen Zoyda'yı bir anne gibi sahiplenmemişti. Bakımını ihmal etmiyor, ona elbiseler dikiyor, banyo yaptırıyor ama sevgi göstermiyordu. Bir müddet sonrasında ise Zoyda'yı ev işlerine koşmaya başlamıştı. Kız neredeyse kendinden uzun bir süpürge ile evi süpürüyor, hayvanları yemliyor, yakacak taşıyor,  Jacek ve Halina'nın lazımlığını döküyor, bulaşık yıkıyor kısacası her işe koşuyordu. Halina ise eskiden çok rağbet etmediği kilise toplantılarından ve kasabadaki garnizonda görevli subayların eşlerinin çay partilerinden çıkmaz olmuştu. Polonyada bıraktıkları hayatı özlüyordu Halina.

                                                  *************************************

 Karısıyla tanıştığı zaman kariyerinin başında gelecek vaadeden genç bir veteriner subayı olan Jacek asker yaratılışlı bir erkek değildi. Rus ordusunda görev yapan bir Polonyalı olmak da işini kolaylaştırmıyordu. Milliyetçi bir aileden geliyordu ve üstündeki üniforma kendi babası da dahil bir çok yakınını rahatsız ediyordu. O sırada eskiden aynı bölükte görev yaptığı bir Beyaz Rus olan İvan'dan aldığı mektup Jacek'in tam aradığı fırsat gibi göründü gözüne. Rusya yeni işgal ettiği Osmanlı topraklarını iskana açmıştı. Baltık ülkelerinden, Ukrayna'dan, Polonya hatta İsviçre'den hayvancılıktan anlayan göçmenleri bu topraklara yerleştiriyorlardı. Jacek'in askerlikten ne kadar nefret ettiğini bilen İvan bir tanıdığı vasıtasıyla onu da bu göçmenlerin arasına sokabileceğinden bahsediyordu.

Jacek bu fikre başka bir geleceği yokmuşçasına sarıllıvermişti o an itibarıyla. Babası 5 çocuğunun en küçüğü olan Jacek'e izin vermeyeceğini söylese de genç adamı ikna edememişti. İvan'a bir mektup yazarak teşekkürlerini ve bu listede olmayı ne kadar çok istediğini anlatan Jacek hemen ardından küçük çaplı bir eczane sahibinin kızı olan Halina ile daha yeni kur yapma aşamasındaki ilişkisini evliliğe taşımaya karar verdi. Orta halli bir ailenin 2 çocuğundan biri olan Halina gamsız ve şımarık yetiştirilmiş biriydi. Olayların bir adım sonrasında ne hale gelebileceğini hiç hesaplamaz, anı yaşar ve sonuçlara katlanmaktan da her zaman kaçardı. Bu yüzden henüz tanışalı haftalar olan bu genç subayın teklifini hemen kabul etti. Uzaklarda bir yerlerde kocaman bir çiftliğin hanımı olma fikri Varşova'nın saygın ama gösterişli olmayan bir muhitindeki 3 odalı bir evde yaşamaktan çok daha cazip gelmişti. Kızına zengin bir Drahoma hazırlayamamış olan Bay Jarocyzic isteksiz de olsa evlenmelerine izin verdi.

3 ay içinde bütün olaylar gelişmiş ve önce Tiflis sonrasında Batumdaki valilik ve göçmen iskan bürosundaki bürokratik işlemlerin tamamlanmasıyla yeni evlerine hareket etmişlerdi. 10 yıl önce Rusların eline geçen Kars'a vardıklarında kasabanın binlerce göçmenle dolu olduğunu dehşetle farkettiler. Ellerindeki izinle kendilerine verilmesi gereken toprakları almak ise Moskova'dan sürülmüş eski bir bürokrat olan Ulyannof'un onayından geçiyordu. Rüşvet ve kayırma almış yürümüştü. Sadece toprak sahibi olmak için değil, çiftliğin yeri için de Ulyannof ve çetesine Altın Ruble üzerinden ödeme yapmak gerekliydi. Aksi takdirde göçmenler için çok da tekin olmayan sınıra yakın bölgelere yollanabiliyordunuz. Jacek toydu ancak aptal değildi. yanında hatırı sayılır bir miktar parayla gelmişti ama hem gereken rüşveti dağıtacak hem de yeni bir ev ve çiftlik binaları yaptıracak kadar değildi serveti. Halina'nın bazı aile mücevherlerinin elden çıkarılması ve kalan miktarın borçlanılmasıyla Ulyannof'dan Kars'a 2-3 kilometre mesafedeki 4 bin dönümlük araziyi alabildiler. Şanslarına temel seviyesinin üzerine çıkmış seviyede bir inşaat da vardı arazide ve kazılmış bir su kuyusu da cabasıydı. Tutulan adamların da yardımıyla kısa sürede inşaatlar tamamlandı, Rus Hükümetinin yolladığı sığırlar alındı ve hayatları bir düzene girmeye başladı.

Halina ilk zamanlar canla başla çalışıp, yeni hayatlarını kurmak için fedakarca mücadele ederken bir süre sonra tükenmeye başladı. Jacek karısının yüzmekten yorulan bir gemi kazazedesi gibi mücadeleyi bırakmaya başladığını üzülerek farketti. Ancak hem hırsı ve inadı hem de Polonya'ya dönecek cesareti olmaması yüzünden Halina'nın üzerine varmadan onun işlerini de yapmaya çalışarak yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. İşte o günlerde Zoyda'yı aldıkları aşiret topraklarında bir kaç günlüğüne konaklamıştı. Otlaklarını göçerlerin hayvanlarına açan ve kendilerine güler yüzlü davranan bu gavur'a teşekkür için bir yemek hazırladıklarında Halina'nın yemekleri getiren grubun arkasına takılarak gelen küçük kıza olan ilgisini farkeden kadınlar gülüşerek, kırık dökük rusçasıyla tercümanlıklarını yapan adama bir şeyler söylediler. Adam, mösyö ve madamın çocukları yoksa ailesine küçük bir bahşiş vererek bu kızı alıkoyabileceğini söylediğinde Halina hiç tereddüt etmeden alacaklarını söyledi. Jacek çaresiz bir şekilde kızın babasıyla görüşmeye gitmek zorunda kaldı ve 2 gümüş lira karşılığında Zoyda'yı ailesinden satın aldı.

Eve döndüğünde ise kız bir köşede oturmuş Halina'nın verdiği şekerlemeyi kemiriyordu. Jacek kızın adının Zoyda (Zahide) olduğunu öğrenmişti. Karısına söylediğinde genç kadın da beğendi ve değiştirmemeye karar verdiler. Çarşafla küçük bir bölüm minik kızın yatak odası olarak ayrıldı ve Zoyda da onlarla beraber yaşamaya başladı. Kız Jacek'in endişelerinin aksine ne ağladı ne de ailesini aradı. Sokulgan bir çocuk da değildi. Saatlerce bir köşede ses çıkarmadan oturuyor, yemek saatlerini sızlanmadan bekliyor ve neredeyse ağzını hiç açmıyordu. Akşamları ocağın başında Jacek'in eşyaları göstererek verdiği rusça dersleriyle kısa sürede "gel, git, yemek, uyu" gibi kelimeleri de anlamaya başlamıştı.

Halina kendisini çocuk için hazır hissetmediğini söylerken Zoyda'nın aralarına katılmasıyla beraber çocuk ister olmuştu ama aradan geçen yıllar içinde ne yazık ki genç kadın hamile kalamadı. Kasabadaki doktor, komşu çiftliklerde yaşayan diğer kadınların tavsiyeleri hatta bir takım kağıtlara sihirli kelimeler yazıp, kadınları çocuk sahibi yaptığı söylenen bir türk hoca dahi denendi ama olmadı. Bu arada yıllar da hızla geçiyordu. Çiftlik rayına oturmaya başlamış ancak Ulyannof'a ödenenler ve masraflar çıktıktan sonra elde avuçda pek bir şey kalmıyordu.Ürettiği sütü peynircilere veren Jacek kendisi de bir peynir imalathanesi açmayı arzuluyor ve bunun için veterinerlik deyapıyorda ancak komşularının çoğu da kendi gibi parasızdı. Ücreti genelde tavuk yada yumurtayla ödeniyor çok şanslıysa bir kaç metre kumaş, alet veya biraz şarap alabiliyordu.

                                                *********************************